Yatırım ortamında sağlanan iyileşmeler önemli fırsatlar yaratabilir

22-03-2020

Turkish Bank Yönetim Kurulu Danışmanı Tuğrul Belli, başta Türk Lirası kredi maliyetlerindeki düşüş olmak üzere son dönemde karşımıza çıkan pek faktörün yatırım talebini nasıl etkileyeceğini değerlendirdi. 

2018’de artan jeopolitik riskler, Çin-ABD ticaret savaşları nedeniyle oluşmaya başlayan endişeler ve de peşpeşe gelen seçimlerde uygulanan seçim ekonomileri nedeniyle ekonominin fazla ısınarak cari açığı rekor seviyelere itmesi (Mayıs 2018’de 12 aylık cari açık 58 milyar dolara çıkmıştı) sonucunda bir döviz krizi ve akabinde de enflasyon oranlarında yüzde 25’lere varan artışlar yaşamıştık. 3 çeyreklik küçülme sonrasında, oluşan yaraları sarma ve toparlanma sürecinden geçtik; hâlâ da geçmekteyiz.
Bu süreçte, Merkez Bankası (MB) olabildiğince proaktif davranarak, kendi deyimiyle ‘önden yüklemeli’ faiz indirimleri gerçekleştirdi. Gene kendi deyimiyle bu indirimler ‘makul bir reel faiz oranı’na ulaşana kadar devam edecekti. Bugün geldiğimiz noktada, yüzde 10.75’lik faiz oranının makul bir reel faiz oranına (ve hatta hangi enflasyon kriterine baktığınıza göre ‘makul’ oranın bile biraz altına) tekabül ettiğini herhalde tüm piyasa aktörleri kabul edecektir. Temmuz 2019’da MB’nin politika faizi (yüzde 24) olan bir haftalık repo faizi altı aylık süre içerisinde 13.25 puan azaldı. Paralel şekilde piyasa faizlerinin gerilemesiyle, şirketlerin Türk Lirası (TL) kredi maliyetlerinde önemli oranda düşüş gerçekleşti. (Sadece nakdi kredi maliyetlerinde değil, döviz pozisyonlarını ‘hedge’ etmek amacıyla yapılan vadeli işlemlerin maliyetlerinde de düşüş sağlanmış oldu.) Eş zamanlı olarak hükümet, kamu bankaları öncülüğünde kredi musluklarını açmak ve bankaların kredi vermesi için her türlü dolaylı teşviği sağlamak suretiyle de ekonomik canlanmayı destekliyor. Temmuz başından beri kredilerde nette 150 milyar TL kadar artış söz konusu. Bu artışı devam ettirmek için yeni Kredi Garanti Fonu (KGF) destekli programların planlandığı haberleri geliyor.

TL’nin zayıf konumu bazı avantajlar getiriyor
Bugün bulunduğumuz durum önemli fırsatları beraberinde getiriyor. Daha önceki canlandırma programlarında TL değerli statüsünü korumuş, bu nedenle de bu programlar sürdürülebilir olmadıkları gibi bir süre sonra ekonomik dengelerin hepten bozulmasına yol açmışlardı. Bugün ise TL’nin zayıf konumu bize hem dış ticarette rekabetçilik, hem de ithal ikâmesi anlamında avantajlar sağlıyor. Her ne kadar Merkez Bankası zaman zaman TL’de oluşan satış baskısına kamu bankaları aracılığı ile müdahelelerde bulunuyorsa da TL’yi yeniden fazla değerli bir noktaya çekme niyetinde de değil. (Açıkçası niyetinde olsa bile, bunu yapabilecek cephanesi olup olmadığı da çok tartışılır.)
Böyle bir fırsat penceresinin farkında olan hükümet, doğru bir yaklaşımla kredileri daha verimli alanlara ve özellikle yatırımlara kaydırmak istiyor. Son altı ayda yaratılan kredi ivmesi belki ekonominin çarklarını döndürme bakımından gerekliydi, ancak detayına baktığımızda bu kredilerin ağırlıklı olarak tüketici kredisi ve KOBİ kredisi olarak kullandırıldığını görüyoruz. Kredilerin yatırımlara kaydırılması için gerekli en önemli kriter vade uzunluğudur. Bugüne kadar (daha doğrusu 2018 krizine kadar) yatırım kredilerinde dövizin tercih edilmesinin ana nedeni, TL ticari kredilerin faizlerinin yüksek ve vadelerinin kısa olmasıydı. (Diğer bir neden de özel sektörün yurt dışından rahat bir şekilde döviz borçlanabilmesiydi. Hatta, bu yüzden –o günkü ekonomi yönetiminin bence yanlış bir kararıyla- 2009’da döviz geliri olmayan ticari şirketlerin döviz borçlanmasına serbestiyet getirilmişti.)
Bugünlerde hükümet, TL kredilerin vadelerinin uzatılması için bir dizi çalışma içerisinde. Bunlardan biri de değişken faizli TL kredilere bir referans olması amacıyla tesis edilen Türk Lirası Gecelik Referans Faiz Oranı (TLREF) faizler. Yapılan açıklamaya göre geçen sene devreye sokulan İVME finansman paketinde artık TLREF endeksli faiz seçeneği de söz konusu. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak konuyla ilgili demecinde “Türkiye’nin ithal ikâmesi yapacağı, ihracatı artıracağı, yüksek katma değerli üretim yapacağı alanlarda uzun vadeli Türk Lirası’na dayalı bir fonlama modelinin hayata geçirileceğinin” altını çizmekte. Tabii, kredilerde TLREF faiz kullanımının yaygınlaşması sadece kamu bankalarının değil, özel bankaların da bu faiz uygulamasını benimseyip kullanmasına bağlı.

Yatırım talebi açısından önemli faktörler
Bakan Albayrak’ın da ifade ettiği gibi Türkiye’nin ithal ikâmesi yapabilmesi ve ihracatının içindeki ithalat payını düşürebilmesi için mutlaka sanayi şirketlerinin bu amaçlara yönelik yatırımlarının artırılması gerekiyor. (Nitekim İVME paketi ham madde-ara malı ve makine imalatı bakımından ithalata bağımlılığı yüksek olan sektörleri belirleyip, kredi dağılımını ona göre yapmayı hedeflemekte.) Ancak, Türkiye ekonomisinde 2016 yılından beri genel olarak yatırım harcamaları çok zayıf seyretmekte. Şirketlerin bu tarz ithal ikâmesini destekleyici ve verimliliği artırıcı yeni yatırımlara girmekten çok, hâlihazırdaki üretim kapasitesini korumaya yönelik tevsi yatırımlar yapabildiğini görüyoruz. 2018 krizinden beri fasılasız olarak gerileyen makine-teçhizat yatırım harcamalarının son 5 çeyrekteki ortalama daralma oranı yüzde 13! Kriz sonrasında faizlerin anormal artması, Türkiye’ye giren yurt dışı fon akımlarında ciddi oranlarda azalma yaşanması, şirket bilançolarının düşen cirolar ve yükselen kurlar nedeniyle zayıflaması, yatırımlardaki bu keskin düşüş için bir sebep olarak gösterilebilir. Ancak yatırım harcamalarının fon akımlarının göreceli güçlü, büyüme oranlarının yüksek ve faizlerin de göreceli düşük olduğu Temmuz 2018’den önceki iki buçuk sene de hayli zayıf seyrettiğini görüyoruz. (2016 2. Çeyrek – 2018 2. Çeyrek arasında ortalama büyüme oranı yüzde 5.6, makine-teçhizat yatırım harcamalarındaki artış ise sadece yüzde 0.6 oldu.) Demek yatırım harcamalarının düşük kalmasında sadece faiz seviyesi, kredi arzı ve büyüme oranı değil, başka faktörler de etkili olmakta. Nitekim, Türkiye özelinde yatırım talebi açısından önemli olabilecek şu faktörlerden de bahsedebiliriz:
• Müteşebbis açısından herhalde en önemli kriterlerden biri yatırım yapacağı alanlarda ileriye dönük talep beklentisi. Doğal olarak hane halklarının alım gücünün zayıfladığı kriz dönemlerinde bu beklentiler de zayıflamakta. Öte yandan ekonomideki toparlanma ile birlikte TL’nin değerinin rekor seviyede düşük kalmaya devam etmesi iç ve dış piyasalara yönelik üretim ve satış imkânlarını önemli ölçüde artırmakta.
• Yapılan araştırmalar bir ekonomide ‘iş yapma’ kolaylığının artmasının yatırımları artırıcı etkisi olduğunu göstermekte. Dünya Bankası’nın tam da bu konuyu ölçümleyen ‘İş Yapma Kolaylığı Endeksi’ (Ease of Doing Business Index) adlı bir çalışması var. İş kurma, inşaat izni alma, kredi temini, vergi ödeme, dış ticaret, iş ve ticaret ile ilgili sözleşmelerin uygulanması ve iflas çözme gibi konulardaki prosedürleri değerlendirip puanlayarak ülkeler arasında bir sıralama oluşturuyor. Türkiye 2020 yılı rakamlarına göre 33’üncü sırada yer alıyor. En kötü olduğumuz konu, 120’nci sırada yer aldığımız ‘iflas çözme’ ki, açıkçası 2018 krizinin etkilerini tamamen yok etmek için en çok odaklanmamız gereken konu belki de. Sonuçta sıralamamızı yükseltmek kendi elimizde ve çok da büyük bir çaba gerektirmiyor.
• Ekonomideki ‘güven’ ortamı, iş insanlarının yatırım kararlarını doğrudan etkiler. Güven ise ekonomik büyüme ve faiz oranlarından daha çok genel ekonomik ve politik iklimden etkilenmekte. Ortamda belirsizlik varsa, firmalar olayların nasıl sonuçlanacağını görmek için yatırım kararlarını beklemeye alabilirler. Bu bağlamda, siyasi ve jeo-politik ortamda öngörülebilirlik ve stabilite sağlanmış olmasının yatırım talebi için ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya herhalde gerek yok.
Sonuç olarak, reel faizlerin çok düşük seviyelere gerilemiş olması, değişken faizli ve uzun vadeli TL kredilere işlerlik kazandırılması, TL’nin değerinin tarihi düşük seviyelerde olması, ticaret savaşları ve koronavirüs gibi nedenlerden dolayı Türkiye’nin ihracat piyasalarında rakiplerine göre bir miktar öne çıkması ve yatırıma yönelik çeşitli teşviklerin devreye sokulmuş olması, şirketlerimizin yatırımlarını artırması için önemli etmenler olarak karşımıza çıkmakta. Önümüzdeki dönemde yatırım ortamında yapılacak diğer iyileştirmeler ile yatırım harcamalarında bir ivmelenme görebiliriz.


Diğer Haberler